Önce ev vardı, evde toplanmalar. Ve okulun bahçesinin gizli köşelerinde edilen sohbetler, okunanları, dinlenen müzikleri başköşelere oturtmalar… Bir geceyarısı bastırıverdi sonra hayatımıza kar: o kadar kar yağmıştı ki evde mahsur kalmıştık. Babam “derhal gelmemi” söylemişti, bense evden çıkışımı geciktirmiş, sonunda “mahsur kalmıştım işte!” Babam telefonu suratıma kapatmıştı, küsmüştü: onun istediği hayat benim istediğim hayat değildi ve buna bozuluyordu.
İlerleyen saatlerde evde konyak bulup içmiştik. Bir kısımımız çay. Dışarıdan gelen fırtına sesleri arasında o güne kadar yaptığımız en tuhaf, en genç, en umut dolu konuşmalar dönmüştü havada, tipiyle yarışıp. Sokak lambasında uçuşan karların gölgeleri vuruyordu duvarlara, tipiden karşı kıyının minareleri, Ayasofya görünmüyordu artık. Tipi evi kuşatıyordu, dünya yok oluyordu. Birileri birilerine aşık oluyordu. Birileri gitar çalıyor, birileri tartışıyordu. Moda sokaklarına çıkıyorduk sabaha karşı, buzlu ve karlı sokaklara. Düşe-kalka, kahkahalarla çınlatarak sokakları, oradan oraya seyirtiyorduk. Bazı bazı devriye gezen polis arabalarının ışıkları vuruyordu karlara, o zaman çalılara, apartman aralarına saklanıyorduk, polisten kaçmaca oynuyorduk, “gerçek bir tehlike”den saklanır gibi. Abilerimiz-ablalarımıza öykünüyorduk, kulaktan dolma hikayelerine: ödümüzü kopartan “polisten kaçma” hikayelerini taklit ediyorduk. Eve yeniden girdiğimizde, kıstırıldığımızdan bahsettiler birileri. Siyasetten ödümüz kopardı, Marx derken üç kez etrafı kolaçan ederdik, ablalarımız-abilerimiz perişan olmuştu, örgütleri sevmezdik… Kıstırılmıştık işte. Öyleydi mağdem, biz de “üçüncü yol”ları benimseyecektik. Nutuk atıp durdu içimizden biri sabaha dek, üçüncü yollar üzerine, sokak lambasının içeriye dek giren ışığında, yüzünde kar gölgeleri uçuşarak, konuştukça ışıldayarak, ne güzel olarak! Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum, uyandığımda eflatundu gökyüzü ve karlar uçuşuyordu hala. Birileri kahkaha atıyordu, ama ben hüzünlüydüm. Sabah olmuştu, evden çıkmak gerekti.
Yıllar sonra birgün polisten ve gazdan gerçekten kaçıp tanımadığım bir sokakta apartman girişine sığındığımda… Unuttuğumu, yıllarca birsürü yarışa girişip lüzumsuz ünvanlar alıp özgür ve birey ve bıkkın olduğumu, ”istediğim hayat”ı bıraktığımı görecektim. Birgün, yıllardan sonra, güneşli bir parkta karşılaşacaktım yeniden onunla. Yeniden “öyle” hissedince, ne kadar uzun zamandır evimi terk etmiş olduğumu anlayacaktım. Ama bu sonraki bir hikayenin konusu.
Moda idi. Güzeldi. Umuttu. Gençtim. Hep birlikteydik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder