18 Temmuz 2013 Perşembe
40LI YAŞLAR, BENTLER VE YOLLAR
Artık yazmadığımız dönemler... Nedense içimizden şelale gibi duygular geçerken, bir gün olsun kalemi ele almamak... Kişisel gelişim kitaplarına yeltenenlerden olduğunun düşünülmeye başlanması, dalga geçilmek... Kırklı yaşların depresif, "işte hayat geçti gitti" duygusu... İçimizden geçen o şelaleyi, bildik kavramlarla ifade edememek, hatta etmeye direnmek, bu yüzden vazgeçmek. Artık kendi sesinden emin olamamak. Kendi sesini duymaya daha çok önem vermek, başkasının sesiyle konuşmayı artık istememek. Kendi sesini duyamamak ama hissetmek içindeki şelaleyi. Hal böyle olunca da kelimelerle, bildik kavramlarla, ideolojik çerçevelerin yardımıyla başa çıkamamak o sel ile, onu alıp bentlerle kuşatamamak, söze döküp sabitleyememek, sabitlemeye gönülsüz olmak. Kırklı yaşların dönüşümünü tanımlamaya kalkanlara düşman kesilmek, iyice içine kapanmak. Kendi sesini duymaya çalışırken, sen kendini tanımlamadığın sürece, ille de kavramlarla, ille de bildik teranelerle seni tanımlamaya kalkışanlara had bildiremeyecek kadar boşunalığı, herşeyin faydasızlığını duymak. Kadın halinle eline almış olduğun kalemi kenara bırakmak. Artık inanmadığın akademik kavramları bir kenara koymak, ama yeni kavramları bulamayacak, sabitlenemeyecek kadar da akışı, dönüşümü hissetmek, sevmek. Ve sen durup dinlerken akışı, terbiyesizce, fütursuzca, her "suskun"u tarif etmeye kapasitesi, kabiliyeti olduğunu sanan "erkek ve özne" kişilerin tanımlama nesnesi haline gelmek. Yine de inatla susmak.
Oysa kağıt (ekran) burada, kalem (klavye) burada. Benim içimden geçen o tuhaf şelale o kadar yaygın ki, İstanbul'un yoga kursları ve kişisel gelişime yönelik farklı farklı yolların denendiği, kimi deli saçması diye burun kıvırdığım, kiminin binlerce yıllık geleneğine saygı duysam da bu metropolde yeri ne olabilir ki diye şüphe ile yaklaştığım merkezler, kurslar, okullar, cemaatler dolup-taşıyor kırklı yaşlarındaki farklı kategorilerden, sosyal arka plandan kadınlarla. Kendilerine yeni yollar arayan bu kadınlar heryerde birbirlerine fazlaca anlamadıkları kavramları anlatmaya çalışıyorlar, doğru-düzgün ifade edemeden "enerji" diyorlar, "içgörü" diyorlar. Yeni bir kavramsallaştırma ile, yeni bir dil ile kuşatma çabasındalar yaşamı. Kimileri bu yol ile, sanki ömürleri boyunca hiç "açıklamamış", dil üretememiş, iktidar ve güç edinememiş olmanın yarasını gidermeye çalışır gibiler. Kimileri eski yaşamlarından bildikleri iktidar ve güç ilişkilerinin bir devamını dayatıyorlar gidilen yollara. Oysa dönüşümü dinlemeye, anlamaya, kendi sesini bulmaya ve duymaya çalışan, sessiz-sözsüz kadınlığa birer tuzak olduğu için, sempati, alaka ile yaklaşsam da şüphe uyandıran tavırlar bunlar. Sessizi, mağdunu daha da suskun bırakan, bazı kadınların kendilerini özne kılma sevdası içinde aslında gelişimi ve dönüşümü dondurdukları, kendilerine güç devşirdikleri bu iktidara susamış tavırlardır en çok bu arayışı "yeni dinsellik" olarak kavramamıza sebep. Yeni dinsellikler başlığı altında inceledik yıllarca sosyolojide bunları. Kentsel insanın yalnızlığı ve anomisi içindeki yol arayışı sırasında, geleneksel dinden uzak olup, dine karşı olmaması ile cazip gelen, keşfedilen bu "yeni/eski yollar", bireysel yollar oldukları kadar geleneksel dinin kurumsallığından uzak olmaları sebebiyle de metropol bireylerine hitap eden, ama gitgide yerleşik ve kurumsal hale gelmesi ile de dine doğru evrilen yollar... Her tapınakta baş gösteren papalık mücadeleleri, şeyhlik mücadeleleri, şahinler arası didişmede güvercinlerin ezilmesi...
Dine ihtiyacım var mı benim? O debdebeli sosyalliklerin her daim yeni yeni birliktelikler, arkadaşlıklar, ilişkiler sunan pazarının dışında kalındığının hissedilmeye/hissettirilmeye başlandığı kırklı yaşlar, kadınlar için enteresan yol dönemeçleriyle başlıyor. Çoğu kadın "hastalıkta/sağlıkta, ömür boyu" evliliklerini bitirmiş, yaralı yürekleriyle giriyorlar kırklı yaşlarına. Sindrella masallarının kör-topal taşıdığı hayatlar, tam da yeni bir yalnız kadın hikayesinin kotarılacağı sırada, onlara "sen pazarın dışındasın güzelim" diyor. Başkaları ise özgür kadın rengi ile boyadıkları yaşamlarının gitgide tezgahta kalmış bir meyve muamelesi gördüğünü keşfetmeye başlıyor kırklı yaşlarında. Anti-aging kremlerin gölgesinde organik sebzelerin ve yoga kurslarının, kozmik enerji, yaşam koçluğu yollarının elele verdiği süreçlerde kendisine ya tasavvufta, ya uzakdoğuda, ya Asyanın steplerinin şaman yollarında, ya kişisel gelişim terapilerinde bir çıkış arayan kadınların içe kapanık dönemleri... Dışarıda kendilerine sürekli olarak "son kullanma tarihi geçmiş ve rafta kalmış ürün" muamelesi yapan pazarvari ilişkilere kapılarını kapatıp, kırılganlıklarını içsel yollarla onarmaya çalışıyorlar. Dönüşümü yaşıyorlar bedenlerinde, ruhlarında. Ve yardım edebileceğine inandıkları kitaplara sarılıyorlar bu "okumuş-etmiş" orta sınıf kadınlar. Kadınların bu suskunluklarında meydan boş kalınca, "pazar"ın özneleri erkek yazarlar dalga geçen yazılar yazıyorlar onlarla, 40lı yaşlardaki kadınların yoga ve kişisel gelişim yollarına kendilerini vakfetmeleri konulu. Skeçler düzenleniyor üzerlerine. Kadın her zaman bir eksiklikle tanımlanıyor. Emin olmak istememek gidilen yoldan, kendisini sunulanların ötesine giderek arama çabaları alay konusu oluyor...
Dine ihtiyacım var mı benim? Din nedir? İnsanın yaşamına anlam çerçevesi sunduğu kadar, hiyerarşiler de sunmaz mı? Şeyhler üretmez mi eninde-sonunda? Bireysel yol sunarken anlam arayışına, bir bileni izlemeyi emretmez mi? Kimdir o bir bilen? Neden bilir? İnanmayı gerektirmez mi? Şüpheyi silmeyi, kendini teslim etmeyi? Tapınak istemez mi eninde-sonunda? İnananlar-arası bağlar ile bağlamaz mı müridlerini? Dönüşüme akacağı yatağı gösterirken, dönüşümü bentlemez mi? İyi midir bunca zaman susmuş dönüşüm ırmağımın bentlenmesi? Şüpheyi bırakmak iyi midir? Huzur iyi midir? Hazır bulunan nehir yatağına kendi dereni akıtmak ne kadar da cazip! Evet ne kadar cazip birilerinin bütün bu karmaşaya bir yol gösterebileceğinin umudu! Eski tapınaklarımızı yıktık da geldik, artık inanmadığımız kavramlarımızı çöpe attık. Biri bize bir ışık göstersin diye mi? Kendi ışığımızı keşfetmek için illa ki bir ışık gösterilmesine mi ihtiyacımız var? Karanlıkta dursak bir müddet? Gözlerimiz içimizdeki ışığı çıkarır mı önümüze?
Oysa işte sakatlık tam da burada gibi geliyor bazen bana. Nasıl ki hazır ve ithal akademik kavramlarla sabitlemeye çalışmışsak kendi kaynayan toplulularımızın dönüşümünü, nasıl ki akış halindeki yaşamları başka akışlardan hazır bulduğumuz bentlerle kuşatmaya kalktıysak, yine aynı tuzağa düşmek değil mi bu? Bu kez kendi akışını hazır bulduğunu sandığın nehir yatağı ile açıklamaya kalkmak kendi sesini-sözünü sonsuzca bastırmaz mı?
Arayışlar devam ederken, yazmak istedim. Bir yerden başlamak lazım, yoksa havaya karışıp dağılıyor düşünceler, ve ben konsantre olamamışlığımla suçluyorum hep kendimi. Oysa sadece bildik kalelerim yıkıldı, arayış içinde havada dağılırken tutunacak nirengi noktalarım eridi. Erisinler zaten! Akademik olanın sabitleyici etkisine küsüm bu aralar. Sıkıldım belki. Anlamak için oluşturulan kavramsal çerçevelerin, aslında anlamaktan uzaklaştırması ile her zamankinden çok yüzleşiyorum şimdi, yolumun bu virajında. Sanki içimde o nehir kaynarken, hiçbirşeyi anlamıyorum o kavramlarla. Kendi toplumumu anlama kavramlarımla açıkladım yıllarca ve şu anda o tarihsel gelişimin bizi fırlattığı kıyıda, nehirin akışını anlamamış olduğumu düşünmeye başlıyorum. Bu kıyıyı tanımıyorum ben. Bu kıyıyı ön görmedim. Sarıldım en son sahamda araştırma aktörlerimle. Sarılarak onların sevgilerini hissettim ilk kez, dost oldum o mücadele etmiş kadınlarla, dost olduğum için sevdim o kırılgan mücadelelerini. Bugünün iktidarından nemalanan, zaten bu nemalanma için yıllarca mücadele sürdürmüş kadınların, bana sevgi ile sarıldıkları o sıcak anı taşıdım içimde. Ve sonra benim kaygılarımı onlarla paylaşamadığım uzaklaşma anı geldi. Oysa sarılacaktık biz hep. O sarılma anıydı gerçeğim benim. Ben bu kıyıyı tanımıyorum.
Artık öngörmek değil, anlamak istiyorum. Suskunun sesini duymasını, o sesi çıkarmasını, ben de kendi sesimi çıkarmayı, o sesleri dinlemeyi öğrenmeyi istiyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder